İnsanları saldırgan zombilere çeviren salgının tespit edildiği apartman, karantina altına alınır. Sağlık görevlileri ve SWAT ekibi apartmana girer ve ekipmanlarını kurmaya başlar. Bu sırada kameraman onların yaptıklarını kaydediyordur. Ekip önce durumu kontrol altına almış gibi görünse de bir süre sonra durum değişir.

Genç bir Televizyon muhabiri Angela ve bir haber kameramanı olan Pablo, itfaiyeciler hakkında bir program hazırlıyordur. Bir telefon geldiğinde oldukça sıkıcı geçen program hareketlenir. Angela ve Pablo, yaşlı bir kadının evinde yaşadığı bir kazanın ardından itfaiyecileri takip eder.

Graham ailenin en büyük üyesi Ellen öldüğünde, ailenin geri kalanı, kökenleri hakkında korkunç sırlar öğrenmeye başlar. Daha fazla şey öğrendikçe, miras kalan kaderlerinden çaresizce kaçmaya çalışırlar. Dış dünyaya açılmayan annelerinin sırları ölümcül sonuçlar doğurabilir.

The Wailing, Güney Kore’nin sakin bir köyünde ortaya çıkan gizemli cinayetler ve hastalıklarla başlıyor. Polis memuru Jong-goo, olayların ardındaki karanlığı anlamaya çalışırken, kendi küçük kızının da aynı korkunç semptomları göstermeye başladığını fark eder. Köylüler arasında yabancı bir adamın gelişiyle yayılan söylentiler, inanç ile batıl arasındaki çizgiyi iyice bulanıklaştırır. Jong-goo, çaresizlik içinde bir şaman çağırır, fakat her adımda daha da büyük bir bilinmezin içine sürüklenir. Film; korkuyu, trajediyi ve insanın çaresizliğini derinden hissettiren, mistik atmosferiyle iz bırakan bir başyapıt niteliğinde.

İşkence Odası, Fransız korku sinemasının en sert ve unutulmaz yapımlarından biri. Küçük yaşta kaçırılıp işkenceye uğrayan Lucie, yıllar sonra yanına aldığı arkadaşı Anna ile birlikte kendisini mahvedenlerin peşine düşer. Ancak aradıkları adalet, onları çok daha korkunç bir örgütün eline sürükler. Film, sadece kan ve şiddet üzerinden değil; acının sınırlarını, insan ruhunun dayanıklılığını ve “öteki tarafı” görme arzusunu sorgulayan rahatsız edici bir hikâye anlatıyor. Pascal Laugier’nin cesur yönetmenliği ve oyuncuların etkileyici performanslarıyla “İşkence Odası”, izleyiciyi hem sarsan hem de uzun süre akıldan çıkmayan bir deneyim sunuyor.

1980'lerin Stockholm’ünde yaşayan Oskar, yalnızlıkla boğuşan bir çocuktur; okulda sürekli alay edilir, hayatında sevgi eksiktir. Bir gece tanıştığı Eli adlı genç kız gizemli ve soğuk ama aynı zamanda ödün veren biri gibidir. Eli’nin görünürdeki masumiyeti altında büyük bir sır saklanır: o bir vampirdir. Zamanla Oskar ve Eli arasında tuhaf, kırılgan bir bağ kurulur. Lateksin, karanlığın ve ölümsüzlüğün iç içe geçtiği bu dostluk, hem insan olmanın sınırlarını sorgular hem de vampir mitini yeniden yorumlar. Film, dışlanmışlığı, sevgi arayışını ve feda etmeyi iç içe dokur; sadece korku ya da gerilim olarak değil, insan ruhunun çift taraflı karanlığını gösteren bir yapıttır.

Get Out, Chris adlı genç bir adamın sevgilisi Rose’un ailesini tanımak için çıktığı hafta sonu yolculuğunu anlatıyor. Başta sıcak karşılanan Chris, kısa süre içinde ailede ve çevresinde tuhaf davranışlar sezmeye başlar. Zamanla ortaya çıkan gerçekler, sadece ilişkisini değil, hayatını da tehdit eden korkunç bir plana işaret eder. Film, gerilimi ve korkuyu ustaca örerken aynı zamanda toplumsal ırkçılık, kimlik ve kontrol temalarını da cesurca işler. Jordan Peele’in yazıp yönettiği bu yapım, hem sürükleyici atmosferi hem de düşündürücü alt metniyle modern korku sinemasında iz bırakan güçlü bir deneyim sunar.

Derinin Altında, İskoçya sokaklarında gezen gizemli bir kadın aracılığıyla başlayan esrarengiz bir hikâyeyi anlatıyor. Bu kadın, otostopçuları durdurur, onları etrafındaki yalıtılmış dünyaya götürür — ama bu hiç sıradan bir kurtarma değildir. Zamanla nasıl bir varlık olduğu, kimliği ve duyguları sorgulanmaya başlar. Film; insanlık, yabancılaşma, cinsellik ve empati temalarını minimalist ama etkileyici görüntülerle emerken, izleyiciyi sessiz ve rahatsız edici bir atmosferle içine çekiyor. Scarlett Johansson’un performansı donukluğunu arzulanan kırılganlıkla harmanlarken, film görselliğiyle akılda uzun süre kalıyor.

Cinnet filmi, yazar Jack Torrance'ın kış sezonu boyunca kapalı olan Overlook Oteli'nin bakımını yapmayı kabul ederek, ailesiyle otele taşımasının ardından ortaya çıkan metafizik olayları konu alıyor. Otel kış süresince kapalı olacağı için Jack ve ailesi burada uzun süre kalacaktır. Ailenin küçük çocuğu bu otelde kötü ruhların olduğunu hissetmeye başladığında, sonra neler olacağını izleyin.

Dünyalar Savaşı, sıradan bir günün aniden tersine dönmesi ile Ray Ferrier’in (Tom Cruise) New York ve New Jersey’de yaşayan çocuklarıyla hayatta kalma mücadelesini anlatıyor. Beklenmedik bir yıldırım fırtınasının ardından dev üç ayaklı uzaylı savaş makineleri ortaya çıkıyor ve şehirler hızla yıkıma uğruyor. Ray, birbirine yabancı olduğu 10 yaşındaki kızı Rachel (Dakota Fanning) ve genç oğlu Robbie ile kaçmaya çalışırken hem dış saldırıyla hem de kendi içindeki korkularla savaşmak zorunda kalıyor. Film; aile bağları, fedakârlık, çaresizlik ve direniş temalarını, modern sinema olanaklarıyla etkileyici bir şekilde izleyiciye geçiriyor. Spielberg’in yaklaşımı, büyük felaketi kişisel bir masala çevirerek; hayatta kalmaya çalışırken sevgiyle bağlantı kurmanın önemini güçlü bir duygusallıkla anlatıyor.

Tulpa, gündüz güçlü ve disiplinli bir iş kadını olarak tanıdığımız Lisa’nın geceleri tamamen zıt bir dünyanın içine adım atmasıyla başlıyor. Sıradan hayatını ardında bırakıp, gizemli bir gurunun işlettiği Tulpa adlı erotik kulüpte bilinmeyen arzularını keşfediyor. Giderek yoğunlaşan gecelerin ardından, birlikte olduğu insanlar teker teker korkunç şekilde hayatını kaybediyor ve Lisa bu karanlık labirentin içinde yalnız bırakılıyor. Hem kendi geçmişiyle hem de sosyal çevresindeki güç ilişkileriyle yüzleşmek zorunda kalıyor. Film, cinsellik, kimlik, gizem ve ölüm arasında ince bir çizgide ilerliyor; izleyiciyi rahatsız edecek kadar cesur ama stil sahibi bir görsellikle yakalıyor. Giallo tutkunlarına nostaljik bir selam çakarken, aynı zamanda modern bir yaklaşımı cesurca deniyor.

2024 yapımı *Consumed* (Türkiye'deki adıyla “Dehşet Kapanı”), yönetmen Mitchell Altieri imzasını taşıyan vahşi ve gerilim dolu bir korku filmidir. Jay (Mark Famiglietti) ve Beth (Courtney Halverson), Beth’in kanser tedavisinin ardından moral bulmak amacıyla kamp gezisine çıkar. Ancak bu macera, deri çalan bir canavar ve vahşi kimliği belirsiz bir saldırgana dönüşerek onların kabusu olur. Devon Sawa’nın canlandırdığı Quinn karakteri de bu ölümcül oyunda yer alır. Film; doğanın karanlık yönünü, insanın hayatta kalma içgüdüsünü ve kamp tatilinin beklenmedik tehditle nasıl değişebileceğini anlatıyor.

2025 yapımı “Son Ritüel” (orijinal adı The Ritual), yönetmen David Midell imzasıyla çekilen ve gerçek bir 1928 ayininden esinlenen doğaüstü korku-gerilim filmidir. Al Pacino, kapuçin rahip Theophilus Riesinger olarak; Dan Stevens ise inandığı inanç kriziyle boğuşan genç rahip Joseph Steiger olarak karşımıza çıkar. İkisinin, Emma Schmidt adlı genç bir kadındaki şeytani güçlerle sürdürdüğü 23 gün süren exorcism ritüeli, hem ruhsal hem fiziksel sınırları zorlar. Film; ibadet, delilik ve insan ruhunun karanlık yönlerini izleyiciye çarpıcı ve visceral sahnelerle sunar.

2025 yapımı “Tehlikeli Hayvanlar” (orijinal adıyla *Dangerous Animals*), Sean Byrne’in yönettiği ve Nick Lepard’ın senaryosunu kaleme aldığı korku-gerilim türünde dikkat çeken bir yapımdır. Sörf tutkunu Zephyr (Hassie Harrison), denizde köpekbalığı fetişi olan psikopat bir katil tarafından teknesine rehin alınır. Katil, kurbanını köpekbalıklarına beslemek için ritüel planlar yaparken, Zephyr zekâsı ve hayatta kalma içgüdüsüyle mücadele eder. Film, okyanusun sertliği ve insan psikolojisinin karanlık yönlerini harmanlayan atmosferiyle izleyenleri gerilim dolu bir kabusun içine çeker